19 Mayıs 2012 Cumartesi

Anti-Militarist Bir Yazı


Küçüktüm.. "Mahalle Baskısı" tamlamasının henüz ortalıklarda olmadığı zamanlardı. Anneleri tarafından çocuklara pazardan "asker" pantolonları ve ceketleri alınırdı. Ben asker- askerlik kelimelerini babamların sohbetlerinde duymuştum ilk olarak. Nerede ve ne kadar zamanla askerlik yaptıklarını anlatıp dururlardı. Bu askeri sohbetler sırasında gözüm masadaki rakı şişesine dalıp giderdi. Her gece yatağa girmeden içtiğimiz sütten biraz daha renginin açık olması daha tatlı olduğu anlamına mı geliyordu diye çoğu gece beynimde atlar koşturmuşumdur. Gündüz olunca bu düşüncem yerini gecenin esas oğlan konusuna bırakırdı. Yani asker-askerlik. Okula başladığım zamanlarda bu düşünce kafamda yıllar geçtikçe daha da büyümüş meğer, bunu anladım. Ders kitaplarında olsun öğretmenlerimizin dilinde olsun hiç eksilmezdi asker kelimesi. Bu asker neydi, nasıl bir şeydi ki bu kadar diline dolanmıştı "öğreticilerin"(aile, okul, çevre vb.).


7. sınıfa kadar hala, her an ülkemizin başka ülkenin güçleri tarafından işgal edileceğini düşünürdüm. Bana verilen izlenim bu yöndeydi. Bunu ben kendim yapmadım anlayacağınız. Gazete okuma ve kitap okuma alışkanlığı kazanmamla beraber kendimde inanılmaz hoşuma giden değişimler görmeye başlamıştım. Hoşuma gidiyordu bu durum evet, çünkü aile olsun okul olsun bu kesimler tarafından doldurulduğumu farkettim. Her ne kadar çok sevgili Kazım Koyuncu tarafından yıllar sonra dile getirilmiş olsa da:

"Ben sadece ben olmak istiyordum" 

Bu dönemde asker ve askerlik konuları hala beynimin bir yerinde uykularımı bölmeye devam ediyordu. Hala anlayabilmiş değildim. Sağlıklı düşünemiyordum.DÜşünemiyordum çünkü, okulda "kınalı" asker hikayeleri bize anlatılmaya devam ediliyordu. Beden derslerinde o küçük oyun düşkünü bedenlerimiz askeriye tarzı şınavlarla terbiye edilmeye çalışılıyor, müzik derslerinde kahramanlık şarkılarını on kere peş peşe söyletiliyordu. Müzik kitaplarında olmadığı halde o şarkıdan sınava sokulup, dilimizi döndüremediğimiz zamanlarda dayaklar yiyiyorduk. Ne var bunda diyebilirsiniz. Ama ben en çok sevdiğim şarkıyı (ki bu şarkı müfredatta bulunmaktaydı) söylemek varken neden sürekli vurdu-kırdı-kazandı türünde sahneye çıkartılıyordum ki? Çok sonra anladım ileri için yetiştirilen küçük askerler olduğumuzu..Halbu ki orda bizi bekleyen bir köy vardı uzakta!

Zaman bir kaplumbağanın sırtında geçmedi bu sefer önümden. Suratımda çıkmaya başlayan sivilceler en az asker-askerlik düşüncesi kadar düşündürüyordu beni. Asker-askerlik konusuyla devam edelim biz. Televizyonda çatışmalarda ölen askerlerin haberlerini daha anlayıcı dinlemeye-izlemeye başlamıştım. Bu çatışmalardan yaralı kurtulup gazi sıfatını alan askerlerin çatışma yerlerinde unuttukları bacakları, kollarını düşünüyordum. Hane bizim sınırlarımız bilmem hangi antlaşma ile çizilmişti(o kadar işe yaramaz anlaşma, antlaşma öğretmeye çalıştılar ki bize bu önemli olanı da arada kaynayıp gitmiş) Öyleyse eğer bu ülkenin içinde neden çatışmalar oluyor ve insanlar ölüyordu. Bu dönemlerde "neden askere gidilir" düşüncesi uğramamıştı bana. Zamanla bunları öğrenebilmek için dialog yolunu seçmeye karar verdim. Askere gidip gelenlerle konuştum. Herkesin dediği şey: "Askerlik mantığın bittiği yer". Bıçak gibi keserdi beni bu düşünce. Sünnet olmak kadar korkutucu gelmişti o yaşlarımda bana. Neden diye soruncada hiç bir zaman tatmin edici bir cevap alamazdım. Kurumuş bir ağaca bilmem kaç saat selam vermek, çarşıya çıkmayı yasaklamak, çok sevdiğin annenin kız kardeşinin içinde geçtiği küfürleri işitmek vb. Aldığım bu tür cevaplar dediğim gibi hiç tatmin etmemişti beni..


Biraz daha büyümüştüm. İyi bir vatandaş olmamız için vatandaşlık haklarımızı bilmemiz ve uymamız gerekiyormuş. Yani doğar doğmaz vatandaşlık hakkı diye bir kaç şey bindiriyorlar bebelerin omuzlarına. Eğitim dediler sağlık dediler, askerlik dediler falan filan.. Nedense en iyi işleyen hep askerlik oldu. Eğitime ayrılan bütçe silahların gölgesinde kaldı.G.Doğunun biliçli olarak batıyı 20 30 yıl geriden takip etmesini istediler? (Bahaneleri var, başka zaman tartışabiliriz)


...(kısa keseceğim mümkün olduğunca)


Şimdi içinde bulunduğumuz zamana dönüp yazmaya başlayabiliriz. Hala dile Kurtuluş Savaşı nı dolayarak orada haklı mücadelelerini veren askerlerin içinde bulundukları durumları anlatarak insanları askerliğe bağlamaya çalışıyorlar. Bu sadece bir sebep. Dünyanın en kalabalık ordularından birine sahip Türkiye'de şuanki aşama bize gösteriyorki TSK faşist bir yapı içerisinde yoluna devam etmektedir. "Her Türk asker doğar" mantığıyla hala insanları gaza getirme işini çok iyi başardıkları açık. Ama ne türk nede başka bir ırka mahsus insan asker doğmaz, doğmamalıdır. Zorunlu askerlik insan hakları ihlalinden başka bir şey değildir. İnsanın vatandaşlık hakları kadar evrensel hakları olduğunu da unutmamak gerek.

...

Bu tür söylemlerin, demokrasi ile yönetildiğini idda eden Türkiye Cumhuriyetinde yeni düzenlemelerle "suç" olarak ilan edildiğini biliyoruz. Örnek vermekte gerekirse:

"Birgün Gazetesi Pazar Eki Editörü Gökhan Gençay hakkında vicdani retçi Erkan Bolot'la yaptığı 'İtaatin soykütüğü' adlı söyleşi sebebiyle 'halkı askerlikten soğutma' gerekçesiyle dava açıldı. Gençay, kendisine yönelik iddia edilen suçu basın yoluyla işlediği için 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyor. Ayrıca gazeteci Koray Düzgören, yazar Bilgesu Erenus, Nadire Mater'in kalema aldığı 'Mehmedin kitabı' hakkında ve gazeteci Necati Aygün hakkında TCK'nin 318. maddesi gereği 'halkı askerlikten soğutmak' suçlarından davalar açıldı. 'Bu suç olmaz' diyen HBB TV'nin program yapımcılarından Erhan Akyıldız ile Ali Tefik Berber hakkında Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nce dava açılarak tutuklanma kararı verildi. "

...

Mantık bunun neresinde diye sormayacağım. Ne demişti abilerimiz:

"Askeriyede mantık olmaz!"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder