12 Ekim 2012 Cuma

Deep Turtle


DEEP TURTLE

“savuruyor hüznün portakal içi saçlarını – ne ayıp”
gibi doğruldum gecenin beni serdiği yerden.
çünkü ben seni çoktan unuttum.

Bukowski işerken  dilim sahipsiz bir köpek gibi korka-korka, alelacele
bir rüzgar altını alırken alkolün kokuşmuş, artık çok olmuş elleriyle
beyitler pişirdik Hayyam’dan
henüz on dokuzunda bıçaklanmış beyitler pişirdik,
sol açık dudaklarına.

tuttum, ayıbımı örttüm turuncu bir tülün muazzam yokluğuyla.
eğdik başımızı adımlarımızın tersine doğru,  bize çok uzak şeylerin akşamında;
----- mutsuzluk cinsel ilişkiyle bulaşmaz
ancak, insan sızdırır onu  bir başka insana.
ve sızıyor konuşmanın ortasında akşamdan kalan her ne varsa;
ellerin, güllerin.
telaşında gül olmanın
ağırdı yükü koynunda çok sabah
zengin ülkelerin kapısına bırakılmış bir halk gibi uyanmanın.

manası yok aslında kutsal kitaplara kalırsa
seni burada severken bir başka kadında ıslanmanın
anlatmak istediklerini kendi vücuduna çizen yapayalnız bir taş devri genci gibi uzak
uzaklara bakmanın
ilkel
V dövmeye benzeyen bir yanı var kabul , seni böyle rengarenk unutmanın.

bu kocaman kadınların dünyasında küçük, küçücük bir elektrik akımıydın sen
rujların ve mektupların kestiği dudaklarını
çocukluğumu kanlar içinde bırakan kalbimi yerinden oynatabilecek kadar yüklü
sana meyvenin yamacından sesleniyorum ellerimde uçsuz bucaksız bir  leyleğin kanı
ciğerin kahverengi dehlizlerinde yankılanıyor adın. sözümü tuttum. ben seni çoktan unuttum.
acıya bir konu değil bu unutma. bir tema değil. bir fon değil
bir şehir efsanesi sadece sevgililerinin alt geçitlerini kullananların bildiği.
seni böyle unutmanın imanı yok,  seninle sevişmenin dini.
beni anlayacağın günler de gelecek
bir gün acıya evlatlık vermek zorunda kaldığında kalbini.

ben seni tekerleğin icadından önce sevdim, henüz on dokuz yaşındasın.
Candy yarasına işeyen iki roman hayvanı şimdi mutluluğun hafızasını inciten.
hatırlarken senin sevdiğin parçaları,
tek bir yara iki kişiye bırakılan büyük bir iz oluyorsa eğer başka kollarda
ve onları son ses çalmak gece yarısı az açık pencerelerinden girdiğim hayatlarda,
ağlaya zırlaya rahatta dinler seni tüm şehir.
tükettik hayvanları, sevgiyi de tükettikçe
kendimi senden aşağı attım. kaburgalarının altına süpürdüm mutsuzluğu
zilsiyahtım! kapkara!
seni nasıl unuttuğumu anlatıyorum canlı yayınlara bağlanıp – kalbini vermek istemeyen seyirci-
seni nasıl unuttuğumu ezberletiyorum göğe değen  tüm ağaçlara
“kan” kelimesinin altını jiletle çiziyorum bütün cinayet kitaplarında.
çünkü biliyorum
bizim acılarımız bile Kant okuyor sevgilim, iyi bakarsan yaralarımız  tahsilli.
her şeyi.
her şeyi anlattım onlara…

öldüğün gün Allah
bütün tabiatı sözlüye kaldırdı seninle ilgili.